ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği

İlmi Bıraktık, Fetih Ruhunu Unuttuk

 
‘İlmi bıraktık, fetih ruhunu unuttuk’

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ziya Kazcı:

‘İlmi bıraktık, fetih ruhunu unuttuk’

Medeniyetimizin yeniden eski ihtişamına kavuşması için Fatih’in taşıdığı fetih ruhuna, günümüzün ilim ve teknolojisine ihtiyaç var. Eğer gerçekten biz doğru ilmi öğrenir ve bizden sonraki nesillere öğretirsek bu amaç gerçekleşir. Sosyal olaylar, birden bire bitmez ve ortaya çıkmaz. Bunlar uzun zamana bağlıdır. Yabancılar Fatih’in İstanbul’u bir günde mi fethettiğini zannediyorsunuz? diyorlar. Bu mücadele tam peygamberimiz döneminde başladı ve başarı Fatih’e nasip oldu”
Çarşamba söyleşileri
Mustafa Canbey
29 Mayıs İstanbul’un fethinin yıldönümü. Dünya tarihinin en önemli olaylarından biri olan İstanbul’un fethinin anlamını bilmek bu topraklarda yaşayan her insanın önceliklerinden biri olmalı. İşte, ben de bu hafta İslam tarihi konusunda başta 14 ciltlik İslam tarihi külliyatı olmak üzere çok sayıda esere imza atmış konunun uzmanı bir isimle fethin anlam ve öneminin konuşulmasının doğru olacağını düşündüm. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi İslam Tarihi Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Ziya Kazcı ile hem vakıf medeniyetinin anlamını hem de İstanbul’un fethini konuştuk.
* Hocam İstanbul’un fethini sizlerle konuşmak istiyorum. İstanbul’un fethi neden çok önemliydi?
Peygamber Efendimizin (sav) bu konudaki hadisini biliyoruz. Bunu hatırlatmamıza gerek yok. İşte Fatih hep bu hadise mazhar olmaya çalışmıştır. Fatih’ten önce İstanbul’un fethi için büyük çabalar sarf edilmiştir. Ama bu fetih Fatih’e nasip olmuştur. Bizans o dönemde bütün Hıristiyan dünyasının gözünün üzerinde olduğu ve burayı kaptırmamak için mücadele ettiği bir devlettir. Ama bu mücadeleyi Fatih kazanmıştır. Daha doğrusu Fatih’in askeri dehasına yenik düşmüşlerdir. Bu fetih esnasında kimsenin çok fazla bilmediği bir olay yaşanmıştır. Fatih bu savaşta bugün tanklarda kullanılan bildiğimiz zırhı kullanmıştır. Kimsenin karşı koyamadığı o meşhur Bizans ateşine karşı surların dibine giden arabaların üzerini yaş manda derisi ile kaplamış ve bu ateşi etkisiz kılmayı başarmıştır.
* Fatih’in, fetih sonrasındaki davranışı da aslında İslam medeniyetinin hoşgörü, adalet ve barış anlayışının Batı’dan kat be kat üstün olduğunu ortaya koymuyor mu?
Kesinlikle. Eğer Fatih isteseydi bütün halkı kılıçtan geçirebilirdi. Bazılarının bugün iddia ettiği gibi Patrikhaneyi İstanbul’un dışına çıkarabilirdi ve kimse de ‘niye çıkardın’ diyemezdi. Bugün ‘keşke çıkarsaydı’ diyenler var. Ama Osmanlı’nın temel prensipleri var. Osmanlı hiç kimsenin dinine, diline, örfüne devletin temel prensipleri ile çatışmadığı müddetçe engel olmazdı. Ama bugün Hıristiyan dünyasındaki İslam eserlerine bakarsak, Mesela Sofya’da çok sayıda cami vardı. Bugün orada çok az sayıda cami kalmıştır.
* Endülüs örneği var
Evet 800 sene İslam ülkesi olan Endülüs tamamen yok edilmiştir. Hristiyanlar geldiler ve hepsi gitti. Orada yaşayan Müslümanlara ya ‘Hıristiyan olacaksınız ya da kelleniz gidecek’ denildi. Osmanlı’da böyle bir şey yok. Fatih’te bir hoşgörü ve adalet anlayışı var. Fatih’i Fatih yapan unsurlar da bunlardır zaten. İstanbul’u fethettikten sonra Patrik’e bir ferman veriyor şöyle diyor: “Benim ahalimden hiç kimse sizin örf ve adetlerinize, kilisenize müdahale etmeyecek. Kim ederse kıyamette elim yakasındadır” diyor.
Ayasofya, Fetih hakkıdır
* Ayasofya’nın kilise olması nasıl yorumlanmalı?
Ayasofya İslam dünyasının bir geleneği olarak alınmıştır. Fetih hakkı diye bir şey vardır. Yani fethedilen şehrin en büyük kilisesi camiye çevrilir. Bunun adı fetih hakkıdır ve bir tanedir. Onun dışında yoktur. 
* Bugün İstanbul’da çok sayıda kilise camiye çevrildi.
Artık o bölgelerde Hristiyan cemaat kalmamıştır. Binanın metruk kalması yerine camiye çevrilerek ibadete açılmıştır. Bugün Kuzguncuk’ta cami ile kilise aynı duvarı paylaşmaktadır. Bir tarafında çan kulesi diğer tarafta ise minare. Bu da bizim medeniyetimizin bir özelliğidir. İslam 20 yaşına gelmiş bir insanı zorla Müslüman yapma yetkisini bize vermiyor.
* Hocam bu arada Ayasofya, Fatih’in vakfiyesi değil mi?
Bugün sadece Ayasofya değil, İstanbul’un yarısı vakıftır. Ama bunu kim biliyor. Kimse bununla ilgilenmiyor. Bugün Bağlarbaşı’nın tamamı vakıftır. Fetih gerçekleştikten sonra korkan ve saklanan bir grup papazı, Fatih buluyor ve onlara bir görev veriyor. Diyor ki, ‘gidin ve benim yönetimimdeki İstanbul’u bir dolaşın. Ve alışveriş yapın’ diyor. Papazlar gidiyorlar ve esnaftan 1 kilo şeker istiyorlar. Ardından da aynı esnaftan 1 kilo da pirinç istediklerinde o esnaf, ‘hayır ben siftah yaptım. Siftah yapmayan diğer komşuma gidin o da siftah yapsın’ diyor.
* Hocam bu hep anlatılır. Yaşanmış bir şeydir değil mi?
Kesinlikle doğrudur. Bunun örneklerini Anadolu’nun bazı yerlerinde görmek mümkündür. Bana bir arkadaşım Çorum’da bunun uygulandığını anlatmıştı. Bu ahi geleneğidir.
Batı İstanbul’un Fethini unutmadı
* Sürekli fetih ruhundan söz edilir. Bu fetih ruhu nedir?
Fetih ruhu çok önemlidir. İstanbul alınırken yaşanan fetih ruhunun önemi ise bu fethin hadis ile övülmesinden geliyor. İstanbul üç kıtanın merkezindedir ve İstanbul’a sahip olan dünyaya sahip olur. Bu doğrudur. Birçok dönemde İstanbul’un alınması önemli olmuştur. Etrafının denizlerle ve surlarla çevrilmiş olması fethi çok zorlaştırıyordu. Yani burayı fethetmek çok zordu. İşte bizim kızıl elmamız (kızıl elma ileride fethedilecek yer anlamına gelir) her zaman İstanbul olmuştur. Fatih’in ikinci kızıl elması da Roma idi. Ama buna ömrü yetmedi.
* Bugün Türkiye’nin yaşadığı sorunların nedeni de bu olabilir mi?
Evet. Bugün dünya devletlerinin Türkiye ile uğraşmasının temel nedenlerinden biri ülkemizin bulunduğu coğrafi konumdur.
*Çanakkale Savaşı ve Kurtuluş Savaşı Batı’nın İstanbul’un fethini hazmedememesinin bir sonucu mudur?
Gayet tabi. Daha sonraları bizde şark meselesi diye bir olay ortaya çıktı.
* Nedir şark meselesi?
Müslümanların geldikleri yere yani Orta Asya’ya gönderilmesi demekti. Batı bu bölgenin bir türlü Müslümanların elinde olmasını hazmedemedi. Bu anlayış bugün de şuur altında hala devam etmektedir.
* Bugün Bizans eserlerinin ihya edilmesini ve Osmanlı eserlerinin aynı ilgiyi görmemesini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ben öncelikle kendi eserlerimin ortaya çıkmasını isterim. Nasıl benim memleketimde Bizans eserleri ihya ediliyorsa, ben Atina’da, Selanik’te ve Sofya’da da eserlerimizin ortaya çıkarılmasını isterim. Ben tarihi eserlerin korunması taraftarıyım. Ama bunu yaparken milliyet gözetilmemelidir. Mütekabiliyet esasının olması gerekir. Ama kendi ülkemde ben önce İslami dönem, Beylikler dönemi, Selçuklu ve Osmanlı dönemi eserlerinin ihya edilmesini isterim ama çıkıp da ‘Selçuklu ve Osmanlı dursun biz Bizans dönemini çıkaralım derseniz’ ben burada art niyet ararım.
* Bu milletin medeniyet değerlerini yeniden kuşanması için neye ihtiyaç var?
Fatih’in taşıdığı fetih ruhuna, günümüzün ilmi ve teknolojisine ihtiyaç var. Eğer gerçekten biz doğru ilmi öğrenir ve bizden sonraki nesillere öğretirsek bu amaç gerçekleşir. Sosyal olaylar, birden bire bitmez ve ortaya çıkmaz. Bunlar uzun zamana bağlıdır. Yabancılar Fatih’in İstanbul’u bir günde mi fethettiğini zannediyorsunuz? diyorlar. Bu mücadelenin tam peygamberimiz döneminde başladığını ve o zamandan bugüne devam eden bir mücadelenin sonucu olduğuna dikkat çekiyorlar.
Vakıf, dinimizin emridir
* Hocam siz vakıflar konusunu en iyi bilen ilim adamlarından birisiniz. Geçtiğimiz hafta vakıflar haftası idi. Vakıf kelimesinin bizim medeniyetimizdeki yeri ve önemi çok büyük… Vakıf kelimesi neden bu kadar anlamlı…
Hiçbir karşılık beklemeden insanlara ve hayvanlara hizmet etme anlayışı İslam medeniyetinin üzerinde durduğu önemli konulardan biridir. Vakıf da hiçbir karşılık beklemeden Allah rızası için insanlara ve hayvanlara birtakım imkânlar sağlamanın adıdır. Meseleye bu açıdan baktığımızda İslam tarihinde ve özellikle de Osmanlı’da vakıfların el atmadığı hiçbir sahayı görmek mümkün değildir. İbadetinden eğitimine, hastalığından hamallığına ve kuş evlerine varıncaya kadar her alanda vakıfları görmek mümkündür.
* Vakıflar hukuki bir müessese miydi?
 Hukuki bir müessesedir. Bir vakfın geçerli olabilmesi için vakfiye dediğimiz bir senedin hazırlanması ve bu senedin kadı tarafından tasdik edilmesi gerekir ki, hukuki bir statü kazanmış olsun.
* Müslümanları böyle bir müesseseyi kurmaya iten sebep nedir?
Gerek Kur’an-ı Kerim’de gerekse Peygamberimizin birçok hadisinde karşılık beklemeden başkalarına yardım etme prensibi üzerinde çokça durulmuştur. Peygamberimizin bizzat kendisinin vakfettiğini biliyoruz. Bu da bize İslam’ın sosyal yapıda olduğunu ve mümkün mertebe insanların ızdırabının dindirilmesi gerektiğini anlatıyor. İnsanlar eşit seviyede ve eşit imkânlara sahip değildir. Her insanın kendine göre birtakım sıkıntıları vardır. Bundan dolayı da sıkıntıda olanlara İslam yardım etmeyi bir emir olarak telakki etmiştir. Zekât ve fitre de buna yöneliktir. Ama bunların dışında insanları yardıma teşvik eden emirler bulunmaktadır. Yine sadaka önemli bir yardım etme aracıdır. Siz öyle bir eser bırakıyorsunuz ki, sizin bıraktığınız hastane, köprü ve okul, çeşme bin sene insanlara hizmet ediyor. İnsanlar ondan istifade ediyor. İnsanlar bu eserleri kullandığı müddetçe de eseri yapanın amel defterine sevap yazılıyor. İşte Müslümanları vakıf kurmaya teşvik eden en büyük etkenlerden biri budur.
Vakıflarla insanlığa hizmet ettik
*Eğer bir mülk vakıf statüsü kazandıktan sonra bu vakfa müdahale edilebilir mi?
Kesinlikle hiç kimse müdahale edemez. Anadolu’da bir beylik Osmanlı’ya geçtiği zaman o beyliğin vakıflar konusunda koyduğu şartlara Osmanlı kesinlikle müdahale etmiyor ve onların şartlarına aynen uyuyor. Vakıflar böylece bir devamlılık arz ediyor. Hükümetin düşmesi yönetimin değişmesi vakıflar için bir anlam ifade etmiyor. Vakıfların statüsü her zaman aynen devam eder.
* Vakıf eserler ile ilgili bir de dualar var
 Bu anlamda iki tür dua vardır. Birincisi hayır duadır. Hangi şekilde olursa olsun vakfiyelerin sonunda bu iki dua bulunur. ‘Her kim vakfın gelişmesine hizmet ederse Allah ondan razı olsun. Mekânı cennet olsun’ gibi ifadeler var. Bir de beddua kısmı var ki o da ‘kim ki, hakkı olmadığı halde bu vakfı tebdil, tagyir ya da değiştirmeye kalkarsa bütün peygamberlerin ve mahlûkatın laneti onun üzerine olsun” beddua vardır. Müslümanlar mümkün mertebe bu beddualardan uzak dururlar.
* Günümüzde bu vakıf geleneğine ne kadar sahip çıkılıyor?
Her zaman dönemin şartlarını iyi değerlendirmek lazım. Günümüzün kafası ile o günün şartlarına bakmak bizi yanlış yere götürür. Osmanlı neden yenildi ve neden bu hale geldi. Hayat bugün çok dünyevileşti ve biz ilmi bıraktık. İslam dünyası ilmi bırakınca kendisi ile ilgili bütün değerleri de elimizin tersi ile kenara ittik. Hatta kendi değerlerimizi de başkasına kaptırdık. Bugün ABD’nin devlet yapısı Osmanlı’nın aynısıdır. Hukuk sistemine bakın jüri vardır, yargıç vardır. Osmanlı’da da aynı şekilde kadı ve jüri vardı. Sigrit Unke isimli bir Alman 1000 sene önce Endülüs’teki Müslüman hastanesi ile o dönemde Batı’nın hastalara bakışını anlatan bir yazı yazmıştır. 16 yaşındaki bir Hıristiyan çocuk babasına mektup yazıyor. Bu mektup aynen yayınlanıyor. İşte bu çocuk mektupta hastanede bir kütüphane olduğunu, musiki çalındığını ve hastanede bir nevi kalorifer sistemi olduğuna dikkat çekiyor. Bir yandan da, o dönemde Hıristiyan dünyasında hastalara Allah tarafından ceza verildiği düşüncesi hâkim ve hangi hastalık olursa olsun bütün hastalar içi saman dolu bir yerde toplanarak bir nevi cezalandırılıyor. Tabip eliyle hastaya müdahale etmek en büyük günahlardan biridir. Yani derisini kanatırcasına kaşıyan uyuz hastalığına yakalanmış bir insanla kanlı balgam tüküren bir verem hastası aynı yere konuluyor. Aradaki farka bakın. İşte biz 1000 yıl önce ilme ve insanlığa böyle hizmet etmişiz. İşte vakıf eserleri de bu hizmetin en büyük aracısı olmuştur.

Bugün Sitemize 13 ziyaretçi (18 klik) Geldi