ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği

Uyanın Geç Kaldık

   


 

Uyanın Geç Kaldık
Mehmet Ali ÖZTÜRK - ozturk158@hotmail.com
     Yaklaşık son yirmi yılda, özellikle de son on yılda Türkiye’de hatta dünyada en çok şu dört konu konuşuldu: 1) Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” tezi, 2) Samuel Huntington’ın “Medeniyetler Çatışması” tezi, 3) Büyük Ortadoğu Projesi ve 4) Dinlerarası Diyalog. Bunlar dünyanın son iki asrına damgasını vuran Batı medeniyetinin, daha doğrusu emperyalizminin egemenliğini devam ettirebilmek için ortaya koyduğu teoriler ve senaryolardı. 19. yüzyıl, ulus-devletlerin birbiriyle yaptığı savaşlara sahne oldu, bu da imparatorlukların yıkılmasıyla sonuçlandı. 20. yüzyıl ise iki kutuplu bir ideolojiler çağıydı. Bu yüzyılın ilk yarısında yaşanan iki büyük dünya savaşı sonucu onlarca devlet ve şehir yerle bir oldu, milyonlarca insan öldü veya sefil bir hayata mahkûm edildi. Bu yüzyılda yaşanan sorunların temelinde ise 19. y.y.'da ortaya atılan Materyalist ve Darwinist teoriler vardı. Maddeyi mutlak varlık kabul eden, zayıfların ezilmesini öngören, her türlü ahlaki değeri hiçe sayan bu anlayış insanlara yıkımdan başka bir şey getirmedi.
1989'da Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte iki kutuplu dünya da sona erdi. Ve başlayan bu yeni dönemde tarihin muhtemel seyri konusunda yeni yaklaşımlar da ortaya atılmaya başlandı. ABD'nin öncülük yaptığı ve "Yeni Dünya Düzeni" adı verilen bu yeni dönemde birçok düşünür, liberalizmin totaliter sistemler karşısındaki zaferini gündeme taşıdı. 
    
     Bu yeni dönemin önemli teorisyenlerinden Francis Fukuyama, "Tarihin Sonu" isimli makalesinde; “bu olup bitenler sadece herhangi bir ideolojinin başka bir ideoloji karşısındaki zaferini değil, Batı'nın değerlerinin ve sisteminin bütün diğer değerler ve sistemler karşısında ezici galibiyetini işaret etmektedir” diye bir yandan Batının alternatifsizliğini ilan ediyor, diğer yandan da “liberal demokrasinin ilk önce Hıristiyan Batı`da doğmuş olması bir tesadüf değildir, çünkü demokrasinin evrenselliği bir anlamda Hıristiyan evrenselliğinin seküler bir formudur” diyerek Batı’yı ve Hıristiyanlığı yüceltiyordu. Aynı zamanda da “İnsanoğlunun ideolojik evrimi artık en son aşamaya ulaşmış ve Batılı liberal demokrasi ve batı tarzı yaşama biçimi evrenselleşmiştir, ancak neredeyse dünyanın tamamı bu yolda ilerlerken, Müslüman dünya –elitleri dışında- belli bir nispette direniş göstermektedir” diye çatışma tezine zemin hazırlıyordu.
Darwinist ve materyalist bakış açısıyla tarihe bakanlar da Fukuyama'dan farklı düşünmüyorlardı. Ancak Balkanlarda ve Ortadoğu'da yaşananlar tezi yara alan Fukuyama'yı şu açıklamayı yapmak zorunda bıraktı: Bu son, 'Tarihin Sonu' değil belki de sadece tarihin bir sayfasının sonudur.
Bu seferde Harward Üniversitesi'nden Prof. Samuel P. Huntington "Medeniyetler Çatışması" tezini ortaya attı. Huntington, dinlerden kaynaklanan medeniyetler çağına geri dönüldüğünü, 21. yüzyılda dünyanın, tümüyle bu çatışmalara sahne olacağını ileri sürüyordu.
Fukuyama ve Huntington'ın tezlerini kendilerinin ortaya atmadığı, Yenidünya düzeni çerçevesinde egemen güçlere kamuoyu oluşturma ve meşruiyet kazandırma doğrultusunda birilerince özellikle yazdırıldığı olayların arkaplanına dikkatlice bakıldığında net olarak görülmektedir.
Muhteva bakımından birbiriyle çelişiyor görünse de bu iki tez ABD dış politikasına zemin oluşturmak açısından benzerlik arz etmektedir. Fukuyama’nın tezi SSCB’nin dağılması, Romanya devrimi ve Berlin duvarının yıkılmasının oluşturduğu iyimser bir ortamda yazılmıştır. Buna göre liberal batı demokrasisi nihaî mükemmeliyete ulaşmıştır, bütün alternatif sistemler tarihin bu son aşamasında batı medeniyetinin üstün değerlerine boyun eğmek zorundadır. Bu yaklaşımla ABD dünya kamuoyunu Yenidünya Düzeni’ne ve İslam coğrafyasındaki işgallerine şartlandırma imkânı buldu.
Bu şartlanma Bosna’da yaşanan insanlık dramına kadar devam etti. Bosna krizi Yenidünya Düzeni’nin çarpıklıklarını bütün çıplaklığı ile ortaya koydu. Bu çarpıklıkların gizlenmesi için yeni bir tez ve bu tezin öngördüğü yeni suçlular gerekiyordu. İşte tam o aşamada Huntington 1993 yazında kendi kurduğu Foreign Affairs dergisinde "Medeniyetler çatışması" makalesini yazdı. Huntington'a göre ideolojik ve ekonomik çatışma yerini kültürel ağırlıklı medeniyetler çatışmasına bırakıyordu. Çünkü dünyanın küçülmesine paralel olarak medeniyetler arası ilişkiler de yoğunlaşmakta, kültürel farklılıklar da farklı bilinçlenme biçimleri oluşturmakta, sosyal değişim ile sarsılan kimliklerin yerini fundamentalist dini bilinçlenme almaktadır.
Birlikte John Hopkins üniversitesinin çıkardığı Journal of Democracy dergisinin editörlüğünü yürüten Huntington ve Fukuyama ikilisi, görünürde çok farklı iki varsayımdan hareket etmektedir. Ama aslında Fukuyama Batı medeniyetini yüceltilirken, Huntington başta İslam olmak üzere diğer bütün medeniyetleri, çıkan ve çıkacak olan bütün bunalımlardan sorumlu tutmakta, böylece Fukuyama’nın yarım bıraktığı resmi tamamlamaktadır. Çatışmanın Batı karşısındaki tarafları olarak, Konfüçyüsçü Çin, Japon, Hind, Slav (Rusya), Latin Amerika, Afrika ve İslam medeniyetlerini saymaktadır. Huntington tezini güçlendirmek için, Sovyetler Birliği'nin dağılmasının ardından Yugoslavya'da yeni sınırların farklı inançlara mensup olan Ortodoks Sırplar, Katolik Hırvatlar ve Müslüman Boşnaklar arasındaki savaşlardan sonra çizilmiş olması, bu savaşlar sırasında Batı'nın Bosna'ya yardım etmemesi, Sırp vahşetini kınarken Hırvat vahşeti karşısında su pus olmasını örnek göstermektedir.
Huntington aynı zamanda Batı için en büyük tehlikenin İslam medeniyeti olduğunu da vurgulamaktadır. O bu konuda şunları söyler: “Uzun vadede Muhammed kazanmaktadır. Hıristiyanlık din değiştirme yoluyla yayılırken, İslamiyet hem din değiştirme hem de nüfusun çoğalmasıyla artmaktadır.“ (Medeniyetler Çatışması, Okuyan Us Yayınları, Sh. 85) "Bati için temel sorun İslamcı köktendincilik değildir. Bu sorun bizzat İslam'dır, başka bir deyişle, halkı kültürlerinin üstünlüğüne kani olmuş ve güçlerinin azlığını takıntı haline getirmiş farklı bir medeniyettir. İslam'ın sorunu ise, CIA veya ABD Savunma Bakanlığı değil, ama Batı'dır; halkı, kültürlerinin evrenselliğine inanmış ve azalmakta olsa bile, üstün güçlerinin, kendilerine bu kültürü dünyaya yayma yükümlülüğü dayattığına inanan farklı bir medeniyettir. Bunlar, İslam ve Batı arasındaki çatışmayı körükleyen temel bileşenlerdir." (Sh. 322)
Nedense batı kaynaklı tezlerde itidali, ittifakı, hoşgörüyü ve diyalogu dillendirenler hep Batının devşirmeleri; çatışmadan, ayrışmadan söz edenler ise hep yerli şahinler olmaktadır. Fukuyama da ABD tarafından Japonya’dan devşirilmiştir. Yani tıpkı bizdeki “bizim medeniyetimiz batı medeniyeti karşısında yenik düşmüştür” diyenler gibi yenilmişlik psikolojisi içindedir.

     Büyük Ortadoğu Projesine (BOP) gelince; kendini büyük zanneden bir takım basiretsiz ihtiras kurbanları eliyle 22 Müslüman ülkenin, ırk ve mezhep çatışmalarının da yardımı ile 50 kadar parçaya bölünerek, şimdilik Batının gayrı resmi eyaletleri pozisyonuna düşürülmesi projesidir. Tıpkı aynı tıynetteki İttihatçıların eliyle koskoca Osmanlı Hilafet devletini parçaladıkları gibi. Huntington bu konudaki taşeronu da bulmuş gibidir. Ona göre İslam dünyasına liderliğe en layık ülke, İsrail ile iyi ilişkiler içinde olan Türkiye’dir. Bu kötü amaçla söylenmiş doğru bir tesbittir. 2005 yılında geldiği İstanbul’da bir konferans veren Huntington; İslam’ın dünya medeniyetlerden daha fazla bölünmüş olduğunu anlatıyor ve “İslam’ın lider ülkesi İslam için de iyi olacaktır, dünya için de yararlı olacaktır, bu rol diğer herkesten daha fazla Türkiye`ye yakışmaktadır,” diyor. (Zaman, 25.05.2005) Huntington’nın bu öngörüsü ile Clinton’ın 1999 yılında TBMM’nde yaptığı; “Osmanlı Devleti’nin dağılmasının 20.yüzyılı belirleyen bir gelişme oluşturduğu, Müslüman, demokrat ve laik bir Türkiye’nin ileriye yönelik olarak alacağı kararların 21. yüzyılın şekillenmesinde belirleyici olacağı” yollu konuşmasını yan yana koyunca ortaya bir şeyler çıkıyor gibi.
Bir de ABD’nin bunca entrikasına karşı tepki doğmasın diye ve Müslümanlara ırkçı emperyalizmin menfaatlerine engel olmayan bir dinin dayatılması için Dinler Arası Diyalog gündeme getirilmiştir. Diyalog aynı zamanda çatışmada İslam dünyasını parçalamak için, tıpkı BOP’ de olduğu gibi, içeriden müttefik arama operasyonudur.
Peki, bütün bunlar olup biterken üzerine ölü toprağı serpilmiş biz Müslümanlar ne yapıyoruz. Hala ne zamana kadar uyuyacağız. Uyanmakta geç kaldık, hem de çok geç kaldık. Ancak bir an önce silkinip doğrulursak, hedeflerimize kilitlenip bizden önce davrananlarla aramızdaki mesafeyi kapatmak için var gücümüzle çalışırsak, bunu başarmamız imkânsız değildir. Daha fazla geç kalmadan neye davranacağımız bir sonraki yazımızda inşaallah.


Yazarın Diğer Yazıları

- Müslüman ve Siyaset 
Bugün Sitemize 3 ziyaretçi (7 klik) Geldi