ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği

Babaannem bir devrimciydi

Yusuf Genç

Babaannem bir devrimciydi
Yusuf Genç
yusufigenc@gmail.com

Ç
ok bilmezdi, ama inanırdı. Okuması da yazması da yoktu. Telefon çevirmeyi öğrenmişti son son. Ne modern dünyanın vaazlarını dinlemişti ne de evimizin kalbine saplanan televizyonda her gün takip ettiği bir program vardı. Sokakla ev arasındaki farkı iyi bilirdi. Bundandır belki, dünya yıkılsa sarsılmazdı hanesi.

Yemek tariflerini televizyondan, sebzeyi marketten alanları anlamaz, yemeği güzelleştirmek için yeni yeni uydurulan yalanların hiçbirine inanmazdı. Ama yemin ederim ki muhteşem yemekler yapardı. Bereket için mikrodalga fırına değil, sofraya ihtiyaç olduğunu iyi bilirdi.

Paraya tapmaz ama severdi onu. Yokluğu da yoksulluğu da iyi bilirdi. Alış veriş çılgınlığının nükleer tehdit gibi arzı endam ettiği büyük plazalara girmişliği yoktu. İçinde ekmek pişirilen evlerin son temsilcilerindendi. Bundandır belki buğdayın iyisini ‘ince’liğinden anlayabilirdi.

Tarihin bütün babaannelere verdiği sessizlikte yaşayıp giderdi. Yakın tarihi bilmezdi ama asılan hocalar için gözyaşı dökebilirdi. “Geldi İsmet kesildi kısmet” sözünü ondan duymuştum ilk. Resmini görse tanımazdı ama sevmezdi İsmet İnönü’yü. ‘Ezanı kaldırdılar’, ‘Kur’an’ları yasakladılar’ diye söylerdi sessiz sessiz. Bütün o kuşağın ‘aman jandarmalar duymasın’ tedirginliğindeydi. İyi bir hafızası yoktu ama asla unutmazdı.

Birine seslenmek için arandığında, bütün çocuklarının, bütün torunlarının isimlerini sayardı tek tek. Biz gülerdik bıyık altından. İyi bir hafızası yoktu ama unutmazdı. Mızraklıdan ezberlenmiş birkaç şeyi bilirdi. Ona yeterdi, artardı fazlası. Lan Dallas’ın o vurucu tespitini hatırlatırdı bana; “Bilgiyi öğreniyorsun, onu ne yapacaksın?” Hiçbir şey, etrafına açtığı yaşama alanını daraltamazdı. Bundandır belki, huzur’u hiç ıskalamadı.

Siyasetten de partilerden de haberi olmazdı. Aklı da ermezdi zaten. Halk partisini bilirdi bir, bir de Erbakan’ı. Çok bilmezdi. Ama inanırdı. Bugün, bütün o bilginlerin, o bilmişlerin, bütün o ardıç kuşu kılıklı heriflerin inanmadığı kadar inanırdı. Erbakan’ın partisinin bayrağını belinden aşağı indirmeyecek kadar inanırdı.

Kısa boylu, şişman bir babaanneydi işte. O ‘pastelli kartel’lerin, yaşı geçkin kokonaların, halk partili ucubelerin yüzde biri kadar önem vermezdi giydiğine. Bana hep aydınlık veren simsiyah bir çarşafı vardı. Parayı cüzdanda değil belinde, iç cebinde saklardı.

Şimdi iki reklam filmine aldanıp dibine kadar aldatılan modern dünyanın kadınları gibi değildi. Bir eski zaman Selçuklu hanımı gibi, temizliğe önem değil ehemmiyet verir, yıkamakla temizlenmeyeceğini iyi bilirdi. Ona göre bir şey ancak yundu mu temizlenirdi. Bundandır belki, çamaşırları makineye atmadan önce kendi eliyle yurdu. Biz kısa aklımızla gülerdik, o bütün ciddiyetiyle çamaşır makinesine inanmazdı.

Her şeyi bildiği sanan, o salak uzmanların arkalarına yaslanıp da; “köylülerimiz şu kadar kelimelik Türkçeyle konuşuyor” lafazanlıklarını buruşturup çöpe atacak kadar anlatırdı derdini. Cumhurbaşkanlarının ne dediğini anlamasa da iki yüz elli yıllık bir Türkçe hafızası vardı. En değme edebiyatçıların ağızlarını açık bırakacak atasözleri bilir, deyimler söylerdi. Yerel bir dili vardı. Bundandır belki, farkında olmasa da küreselleşme mavallarının karşısında en sahici çözüm olarak dururdu.

Modern dünyanın bütün yalanları onun yanında çaresiz kalırdı. Çok bilmezdi ama hangi hocanın doğru bildiğini, hangi hocanın yalan söylediğini bir bakışta anlardı. Hangi ayette yazdığını bilmezdi fakat faizin haram, yetimlere bakmanın farz olduğunu iyi bilirdi. Yapardı da… Bundandır belki bir santim bile değişmedi yeri. Yeni hocaların yeni yorumlarına tevessül etmez, asla aldatılamazdı.

Çocuk eğitimi üzerine karmakarışık bilimsel makaleler neşreden ama çocuğun, bir çiçek gibi büyütüldüğünü anlamayan o aklıevvel bilim adamlarını(!) kudurtan bir korunaktı bizim için. Bütün babaanneler gibi… Her haylazlık sonrası kaçıp şefkatine sığınılan bir barınaktı. Bundandır belki, oğul olmanın verdiği balla elimizi kolumuzu sallayarak gezerdik.

Çok bilmezdi, ama inanırdı. Büyük olduğu için değil, sahiden büyüklere hürmete inanırdı. Şimdiki yeni zaman gelinlerinin kabul etmeyeceği ağır şartlar(!) ona kolay gelirdi. “Ne olsa karşılanır misafir diye gelen” dizesini bilmezdi ama koskoca bir ömrü öyle yaşadı. Yaşamaya değil yaşama dikkat ederdi.

İliklerine kadar laikliği özümsemiş, çağdaşlaşmış ve içine cumhuriyet kurumları girmiş yaşlanmış lümpenlerin asla anlamayacağı muhteşem tavırları vardı. Anketörlere cevap vermişliği yoktur ama eğer bir ankete muhatap olsaydı ve ‘kocanız ne iş yapar’ sorusuyla karşılaşsaydı eminim ki ‘kocam yoktur’ diyecekti. Kocası yoktu, çünkü kendisi kadar zihin sağlığına sahip ‘bey’i vardı. Şu kadar yıllık torunluğunu yapmama rağmen, bir kere bile beyine ismiyle hitap ettiğini duymadım. Biz yeni yetmeler anlamayız bundan. Bundandır belki renksiz ve ciddiyetsiz bir oyundur bizim oynadığımız.

Çok bilmezdi. Okuması da yazması da yoktu. Ama kendi ifadesiyle çok ‘möhkem’ bir devrimciydi. Hümanist yılışıklığa, diyalog aldatmacasına ve ikiyüzlü yalancılığa inanmazdı. Bilimsel olarak asla Voltaire’le karşılaştırılamaz belki ama ondan çok daha düzgün düşünürdü. Bundandır belki, fikirlerine katılmadıklarına saygı göstermezdi. Doğru düşünmeyenin saygıya hakkı olmadığını iyi bilirdi. Şimdikilerin ‘cesur’ dediği giyim şekline o, günah derdi ve ne zaman yanından yöresinden fazlasıyla açık-saçık bir kız çocuğu geçecek olsa, onu durdurur muhakkak iki kelam nasihat ederdi. Şimdikilerin sığlaştırıp da ‘mahalle baskısı’ dediği şeye o tebliğ derdi. ‘Emri bil maruf nehyi anil münker’ deseniz anlamazdı ama boş geçirdiği günü olmazdı. Biz bütün sahte tavırlarımızla korkarken, o korkmazdı. Türk toplumuna ideal kadın örnekleri göstermek için kırk dereden getirdikleri suyu kirleten sözde toplum ve çağdaşlaşma öncülerinin dönüp dönüp saplandıkları batak işte burasıdır. Geçen yıllara bakıp da bu topluma kimleri ideal kadın olarak gösterdiklerine şaşırmamak mümkün değil. Yıllardır öne çıkardıkları ideal kadın tipini, bugünün kız çocuklarına bakarak anlayabiliriz. Kardelenler kampanyasıyla ne yetiştirdiklerini bilmeyen var mı?

Bizim, dünyanın bütün yorgunluğunu omuzlamasına karşın yorulmayan o eski babaannelere ihtiyacımız var. Elindeki / evindeki bütün yoğurdu çalıp* da sefere giden ordunun neferlerine ayran ikram eden o güzel babaannelere ihtiyacımız var. Çocuğunun kundağını ıslanmasın diye mermiye saran o fedakâr anneye ihtiyacımız var. Bu yüzden bu toplum için ideal kadın, opera dinleyen ve anlamadığı halde sürreel resimlere bakan kadın değil, Nene Hatun’dur. İdeal kadın odur. İdeal kadın, babaannemdir. Hâsılı, babaannem bir devrimciydi. Dünyaya hangi kitabı okumak için gönderildiğini iyi bilirdi.

* Çalmak, hırsızlık anlamında değil, karıştırmak anlamında kullanılmıştır.

   Makaleler Sayfasına Geri Dön
Bugün Sitemize 13 ziyaretçi (18 klik) Geldi