ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği

Müslüman ve Siyaset

 


Müslüman ve Siyaset
Mehmet Ali ÖZTÜRK - ozturk158@hotmail.com
İngiliz yazarı Wells, Maksim Gorki'yi ziyaret için Sovyetler Birliği'ne gider, ziyaret esnasında siyasetle uğraşmayacak bir edebiyatçılar kulübü kurmayı önerir. Bu öneriye Gorki ve arkadaşları alay ederek cevap verirler. Bu olaya değinen Georges Politzer, durumu şöyle açıklar: Bir burjuva yazarı olarak Wells'in kafasında edebiyat edebiyat olarak, siyaset de siyaset olarak yer alıyordu. Çünkü burjuvazi, bilimin bilim olarak, felsefenin felsefe olarak, siyasetin de siyaset olarak kalmasını ister; kuşkusuz üçü arasında herhangi bir ilişki yoktur. Böyle bir muhakeme tarzının pratik sonucu şudur: Bilgin bilgin olarak kalmalıdır, bilimi felsefeye, siyasete karıştırmamalıdır. Böylece Wells, yaptığı öneriyle, yazarı, toplumun dışında yaşayan bir adam gördüğünü ve öyle kavradığını ortaya kor. 
    Politzer'in, Batı burjuvazisine atfettiği görüş tarzı, Batılılaşmış Müslümanların İslâm'a bakışlarıyla örtüşmektedir. Batı burjuvazisi nasıl ki, edebiyatı, bilimi, siyaseti kategorik fenomenler olarak görüyor ve onları birbirinin alanına müdahale etmez diye telakki ediyorsa, Batılılaşmış Müslümanlar da, İslâm'ı bir din olarak kendi alanıyla kayıtlı, dolayısıyla başka alanlara ve mesela dünyaya müdahale etmesi mümkün olmayan bir kategori olarak görüyorlar.  Yukarıdaki satırları; Rasim Özdenören’in “Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti” adlı eserinin 200. Sayfasından özetledim. 
 Üstad müteakip sayfalarda da özetle şöyle diyor: Ancak böyle bir ayrıştırmaya teşebbüs edilirken şu soruyla karşılaşmak kaçınılmaz olacaktır: Bu ayrıştırmayı yapanlar İslâm'a, dünyanın içinde bulunduğu şartlara göre mi bir anlam yüklemek istiyorlar, yoksa dünyayı İslâm'a göre mi anlamlandırmaya çalışıyorlar? Eğer olaya müsteşrik kafasıyla yaklaşılıyorsa bu soruya alınacak cevap büyük bir ihtimalle İslâm'ın dünyanın şimdiki şartlarına uyarlanması gerektiği istikametinde olacaktır. Eğer olaya Müslümanca bir gözle bakılıyorsa, bu durumda, alınacak cevap, değişen dünyayı İslâm'la anlamlandırma istikametinde oluşacaktır. Bu durumda da, değişen dünyanın siyasetini de, edebiyatını da, ilmini de, kısacası Müslüman'ın dış dünyaya ilişkin yaşantısını ilgilendiren bütün olguları İslâm'ın ölçülerine göre değerlendirme ve anlamlandırma sonucuyla karşılaşılacaktır. Bu görüş açısı, İslâm noktai nazarından, dinin dünyadan ve siyasetten yalıtılamayacağı fikrini de tazammun ediyor. (Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, 201–202)                 
     Konuyu Müslüman fert ve Müslüman toplum açısından daha sağlıklı bir biçimde görebilmek için siyaset kelimesinin İslamî ıstılahatta (terminoloji) ne anlama geldiğini ve Batılılaşma serüvenine girmeden önceki Müslümanların “siyaset”ten ne anladığını öz olarak irdelememiz gerekmektedir.

 

    Siyaset Lisanü’l-Arab’da (6/108) “bir şeyin üzerine onu ıslah etmek amacıyla yönetici olmak” olarak tanımlanıyor. Kamus’ül-Muhit’de (Osmanlıca baskısı Cilt 2, Sh 939) ise kelimenin sözlük anlamı “emretmek/yasaklamak” olarak verildikten sonra “aslında bir nesneyle ilgilenmek/sahip çıkmak ve ıslahı konusunda özen göstermek” anlamına geldiği belirtiliyor ve ekleniyor: Bu anlamda vali ve hakime “sâyis”  (Türkçede seyis) denir, at tımarcısına “sâyis” denmesi de bu benzerliktendir. (Demek ki Müslümanların dilinden düşmeyen “siyaset seyislikten türemiştir” sözü yanlışmış, doğrusu ise tam tersi; “seyislik siyasetten türeme” imiş.)
     Keşşafü Istılahat’il-Fünun’da (Cilt 1, Sh 664) da Kamus’dan alıntı yapıldıktan sonra diğer lügatlerde de böyle olduğu belirtilir ve şu açıklama yapılır: “Dünya ve ahirette kendisini kurtaracak yolu göstererek halkın ıslah edilmesini istemektir.”
    İmam Gazali de siyaseti; “en şerefli meslek/sanat” olarak tanımlamaktadır. (İhya, 1/22)
    İmam Nevevî ise Fetâvâ'sında, kendisine yöneltilen "İlimle mi, yoksa cihadla mı meşgul olmak daha efdaldir?" şeklindeki bir soruya verdiği cevabında: "Cihad farz-ı kifâye olduğu müddetçe ilimle meşgul olmak daha efdaldir. Cihad farz-ı ayn olduğu zaman cihadla meşgul olmak, ilimle meşgul olmaktan daha efdaldir," demektedir. Siyasî konularda ilim sahibi olmak, hem ilim tahsiliyle, hem de cihadla ilgilidir. Bu itibarla, siyasî bakımdan bize bilinç kazandıracak ilmin daha öncelikli ve daha önemli olması gerekmektedir. Özellikle çağımızda verilen mücadelenin temelini siyaset ilmi oluşturduğuna göre, toplumun nabzını iyi tutabilmek için, her müslümanın bir siyasî barometre gibi olması gerekmektedir. (Yaşar Kaplan, Siyaset Bilinci: 33–34)  
   Günümüz Müslümanının siyaset/seyis yanılgısı gibi bir de siyaset/politika yanılgısı vardır. Güya “politika” kelimesi çok yüzlülük demekmiş. Kanaatimce “çok” anlamı veren “poli” önekine takılan birileri böyle bir sonucuca varmış, batılı ve batıcı siyasetçilerin karakteriyle de bu anlamlandırma uyuşunca da bu yakıştırma tutulmuş olmalı. Politika, ilk olarak Aristo’nun aynı adı taşıyan kitabıyla şöhrete ulaşmış Yunanca bir kelimedir. Yunancadaki şehir/şehir devleti anlamına gelen “polis” kelimesi ile yönetim demek olan “tika” kelimelerinden oluşmuş bir bileşik kelimedir. Anlamı da “şehir yönetimi” demektir, çok yüzlülük değil.
   Böyle olunca da politika kelimesi, tam olmamakla birlikte, siyaset kelimesinin karşılığıdır. Tam karşılık olmaya engel husus ise, İslamî bir terim olan siyasetin hem dünya hem de ahiret göz önünde bulundurularak yapılması gerektiği, oysa batılı bir terim olan politikanın sadece dünya için yapılıyor olmasıdır. Bunun nedeni de birinin referansının vahiy, diğerinin referansının ise salt insan aklı/nefsi olmasıdır. Dolayısı ile de en azından dünyaya ilişkin hedefleri ortak olmakla birlikte karakterleri farklıdır. Yine de İslamî terminolojide “politika”nın tam karşılığı olan kelimeler de mevcuttur. Mesela Arabcadaki “siyaset’ül-medine” (Keşşaf 1/665) ile Farscadaki “siyaset-i müdün” kelimeleri, politika ile motamot aynıdır.
  İster siyaset denilsin, ister politika denilsin bu sonuçta bir araçtır. Her araçta olduğu gibi; iyilerin elinde olduğunda iyilik için, kötülerin elinde olduğunda da kötülük için kullanılması mümkündür. Müslüman’ın siyasetinde Allah’ın rızası vardır; cennet umudu, cehennem korkusu vardır; helal-haram vardır, kul hakkı vardır, ahlak vardır. Batılının ve Batıcının politikasında ise sadece çıkar vardır. Bunun ötesinde Allah yoktur, ahlak yoktur, sevap-günah yoktur, hesap kitap yoktur, cennet-cehennem yoktur. Onun için de çok yüzlülüğe de zulme de alet edilmesi kaçınılmazdır.
  Müslüman siyasetten uzak duramaz, siyasete tuuu kaka diyemez. Müslüman siyaset yapamaz veya yapmasın demek; “Müslüman koyundur, değil başkalarını kendini bile yönetemez, ancak güdülür” demekle eş anlamlıdır. Bu kafayla, siyasete atılıp ülkesinde siyaset yapmanın tek yolu olduğu için (tıpkı Türkiye’mizde olduğu gibi) parti kuran merhum Mevdudi’yi reddeden ve karalayan Tebliğ Cemaati, Müslüman Pakistan halkını mason ve sosyalist Zülfikar Ali Butto’nun payandası yapmadı mı? Bu ülkede M.Şevket Eygi Bey’in tabiriyle bir takım “Din Baronları”nın “siyaset bal bulaşmış bir çanaktır, sinekler konar, Müslümanın onunla işi yoktur” derken aynı amaca hizmet etmiyorlar mı? Yine Rahmetli Bediüzzaman’ın yaptığı bir hatayı başka bir hata ile düzeltmeye çalışma şeklinde niteleyebileceğimiz; “şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” sözünü vird edinen bir grup, halkın oyuna muhtaçken mitinglerde Kur’an öpüp, oya ihtiyacı kalmayınca da “başı kapalı okumak isteyenler Arabistan’a gitsin” diyen bir adamın otuz sene bu milletin sırtına binmesine vesile olmadılar mı? Aslında böyleleri siyasetten uzak durmak adına siyasetin tam ortasına oturuyorlar. Ama figüran olarak, aktör olarak değil. Said Nursi merhumun asıl hatası ise; İttihatçılara uyarak içine düştüğü yanlışı, kendinden değil de siyasetten bilmesidir. Onun ve onun gibi nice değerli büyüklerimiz, İttihatçılar tarafından kandırılmaları sonucu ülkenin içine düştüğü badireler ve bu badirelerden sonra geçirdiği değişimler nedeniyle siyaset yapamazduruma düşünce de hatalarını tamir etme fırsatı bulamamışlardır.
 Herşeye rağmen Müslüman fert/fertler; toplumun bir üyesi olarak, devlet adamı olarak, ilim adamı olarak, bürokrat vb. olarak her iki dünyada kendisini kurtuluşa götürecek yolu tutmak zorundadır. Bunun adı ister siyaset olsun, ister politika olsun. Başkaları ve kendi içlerinden birileri bunu kötü yapıyorsa, Müslüman iyisini yapmak, iyinin nasıl olduğunu göstermek durumundadır. Çünkü hayat kitabımız Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz öyle emrediyor:
 “Böylece sizi orta yolu benimseyen bir ümmet yaptık ki, siz insanlara örnek olasınız ve peygamber de size örnek olsun. …” Bakara: 143)
“Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötülükten vazgeçirmeğe çalışır ve Allah'a inanırsınız. Kitap ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. …” (Al-i İmran: 110)  

 FAYDALANILAN KAYNAKLAR:
1.     Rasim ÖZDENÖREN, Yeni Dünya Düzeninin Sefaleti, İz Yayıncılık, İstanbul 1996.
2.     İbnü Manzur, Lisan’ül-Arab, Daru Sadır, Beyrur 1990.
3.     Kamus Tercemesi Okyanus, ,İstanbul R.1305 (1889) (Müellifi; Firuzabadi)
4.     Muhammed Ali et-Tehanevî, Keşşafü Istılahatı’l-Fünun, Kalküta 1862.
5.     İmam Gazali, İhyaü Ulûmi’d-Din (Arabca), Temel Neşriyat, İstanbul 1985
6.     Yaşar KAPLAN, Siyaset Bilinci, Denge Yayınları, İstanbul 1994.

Yazarın Diğer Yazıları
- Müslüman ve Siyaset 

 
  Makaleler Sayfasına Geri Dön
Bugün Sitemize 10 ziyaretçi (16 klik) Geldi