ÖĞ-DER Şuurlu Öğretmenler Derneği

Söyle Ey Bi Vefa

Image and video hosting by TinyPic   

Söyle Ey Bi Vefa
İsmail OKUTAN
  
Söyle ey bivefa, gönül daha kaç zaman dinleyecek bu ayrılığın şarkısını. Daha kaç gece içecek kederin şerbetini. Daha kaç şenlikte içimizi kanata kanata çalacaksın ihanetin sazını. Her vuruşta gönül tellerinden koparta koparta, kaç reddiye dinletisi sunacaksın ahvalimize. Daha ne kadar sürecek bu serenat, söyle ey bivefa. Gözyaşıyla ıslanmış geçmişinden kopup, kan revan haline gelen günlerin yasına daha ne kadar yaslanacaksın. Gönlünü karartan, yenilik diye içine girdiğin yenilmişliğin, karanlık yolun sonunda ufuk var mı bilmiyorsun ama gözü kapalı girdin bu girdaba. Daha ne kadar uzak duracaksın geçmişte seni değerli kılan kadim dostluklardan. Daha kaç panayırda sergileyip kaç düşmana satacaksın birlikte olduğumuz dost günlerinin gönül tablolarını. Tırnaklarımızın ucuyla kazıyıp açtığımız bu sonsuzluk kuyusundan çıkan ölümsüzlük iksirini, daha kaç yıl insafsızca harcayıp başkalarına ikram edip duracaksın.       

   Anla ey bivefa; eğer kendini geçmişinden sürgün edip düşman mekanlarında kapı kapı dolaşmasaydın, hayat damarlarından kopup köksüz kalmazdın. Güneşte kavrulup un ufak olup bitmezdin, buhar olup uçmazdın. İşte bu yüzden, boşlukta kalmış muhatapsız sesler gibi, bir o yamaçta, bir bu yamaçta yankılanıp duruyorsun. Anla ey bivefa yaptıklarınla un ufak olup bitirdin işte kendini. Biz atımızı ufuklara doğru sürüp giderken, sen yenilik diyerek girdiğin inkar vadisinin kokuşmuş bataklığına saplanıp durdun. Söyle ey bivefa; nerden geliyor bu paranoyak tavırlar. Sen böyle tutkun ve suskun değildin aslında. Ne zaman tütecek yeniden ocağımız. O bitmek tükenmek bilmeyen enerjimizle çalıştığımız günlerimize zemberek gibi geri dönüp saadet günlerinden kalma tatlı yorgunluğumuzu ne zaman yaşayacağız yeniden.

    Anla ey bivefa; hiçbir iş gönülsüz olmaz. Geçmişini unutup yenilik diyerek ham hayallerin peşinden koşmak, insanın damarlarını toprağından kopartır. An be an köksüz bırakır o kimseyi. Köksüz kalan da cansız bir yaprak gibi rüzgarla savrulup gider. Bu iş gönülsüz olmaz. Ferhat da dağları aşkıyla delmeyi başarmıştı. Ferhat’a dağları deldiren bileklerindeki güç değil, yüreğindeki aşktı, Şirine duyduğu özlemdi, Şirine kavuşma özlemiydi, daha doğrusu ona kavuşabileceğine dair olan inançtı. Dağları delebileceğine inanmıştı. Bütün mesele inanmak ve çalışmaktı. Biz de varlığımızı borçlu olduğumuz aşkla kol kola girip yeniden saadet günlerine dönebilirsek işte o zaman dağları yerinden oynatabiliriz.

   Aşk ile çalışmanın sonunda mutlaka güzel ve kazançlı günler gelir birbiri ardına. İnsanı sarhoş eden değişim hastalığına yakalanıp kendini trenden attın dikenlerin üstüne. Bu hastalığın pençesinden kurtulup sadakat vadilerine ulaşabilirsen, o zaman belki kurtuluşa erebilirsin. İşte o zaman gerçek zaferleri, gerçek bayramları yakalayabiliriz.

   Hatırla ey bivefa; birlikte göğüslediğimiz zorluklarımız, sevdalarımız olurdu. Birlikte atladığımız engellerimiz, tehlikelerimiz olurdu. Birlikte yürüdüğümüz yol; evimiz, barkımız olurdu, yarimiz, her şeyimiz olurdu. Birlikte yaşadığımız kutlu dava; bir sevda olurdu bizim için. Baktığımızda ufkumuz, denizimiz olurdu. Ümidimiz, canımız olurdu,. En uzun geceler, bir lahza olurdu. En soğuk kışlar bahar olurdu. Bir günümüz sığmazdı bir saniyeye.

   Söyle ey bivefa; bütün bu özlemlere rağmen neden vurdun beni gönlümden. Unutma ki üzüntüden hastalansam da, içimin dehlizlerinde kaynayan pınarlar, hala kurumadı. Göz yaşlarım bu pınarların suyuna su kattı sadece. Neden bu kadar derin, bu kadar perişan, bu kadar dağınık, bu kadar yürek parçalayıcı bir acıyı bize yaşatarak, ihanetleri yanına alarak, kimseye bir şey söylemeden bir gece yarısı çekip gittin. Derdin neydi senin, yanında götürdüğün sırlar mı vardı.

   Anla ey bivefa; Güzel atlara binip giden güzel insanlardan kalan son güzel insanın elleriyle, tırnaklarıyla bunca yıl boyunca sabırla kazıdığı kuyudan çıkardığı suyla büyüttüğü nergisleri bırakıp gitmeseydin, mevsim kara kış da olsa içimiz bahar olurdu. Hasretin buharı gözlerimizde yağmur olurdu. Aşk sükunetiyle oturup zafer düşleri gören gönül erlerini sukutu hayale uğrattın neden, neden. Söyle ey bivefa. Bu sadakat vadisinde ihanet türkülerini seslendirmeseydin, düş kırıklığı yaşayan kalbimiz kırılmayacaktı sana.

   Unutma ey bivefa: hiç dur durak bilmeden, hiç yorulmak nedir bilmeden yoluna devam eden bu kervanın son durağı değil sizin vardığınız yer. Sen de bu kervanı terk eden son kişi değilsin. Tarih boyunca yüzlerce binlerce kişi böyle eğrilip yolunu başka istikametlere, menzili belli olmayan yönlere doğru çevirdiler. Ama hiçbir kişi bu kervanın kutsal ve hüzünlü yürüyüşünü durduramamıştır. Ayrılıp gidenler sadece kendilerine tuzak kurdular. Kendi geçmişini bırakıp başka bir medeniyete ait olmaya çalışan herkesin akıbeti, her zaman içi boş bir kavak ağacı gibi rüzgarın önünde eğilip bükülmek olmuştur. Ellerinde kalan sadece bir atımlık bir düş olmuştur. Onlara nasip olan sadece acı verici bir hüsran olmuştur. Müslümanların gücünü alıp emperyalizmin kapısı önüne sermek, onların ayakları altına sere serpe sermek ne kadar büyük bir ihanettir, biliyor musun. İşte bu ihanetin, bu vefasızlığın hesabı ne bu dünyada verilir, ne de ahirette. Gözlerimiz uzanıp giderken uzun mücadele günlerine, yüreğimiz her seferinde buruk duygularla doluyor. Ayaklarımız tekrar dönerken çile ve ıstırap günlerine, yüreğimiz yeniden sevda depoluyor. Azim ve sabırla yoğrulmuş mücadele toprağında şefkatle büyüttüğümüz fidanları acımasızca yerinden söküp en kurak, en çorak topraklara dikip öldürdün onları. Güneşin önünde susuz kalan fidanlar gibi, susuz yani şuursuz bıraktığın nergislerimiz ölüp gittiler. İçimize kasvetle birlikte nifak da soktun. Üzücü olanda buydu aslında. Senin gidişine bakan ordu şaşırıp cepheyi terk etti. Ardından peşinden gelerek karşı cepheye geçti. Önde seni gördüğü için yanlış bir cephede olduğunu bile fark edemedi. Ama unutma ki hiçbir kimse, hiçbir zaman cepheyi terk ederek zafer elde edememiştir.

   Şimdi ruhumuz kanatlanmış bir kuş gibi uçup giderken kendi gök kubbemizde; yüreğimizi mesken tutan vefa duyguları her geçen gün biraz daha yakınlaştırıyor bizi sevdaya. Her geçen gün biraz daha, biraz daha yaklaştırıyor bizi sevdaya şehrayin. Mutlu ve mesruruz biz, attığımız her adımda. Kalıcı ve ebedi olan bir kurtuluşa doğru götürüyor bizi her eylem. İtaat ettiğimiz her emir yeniden diriltiyor bizi. 
 
     
    Bu kutlu davada en önemsiz gibi görünen işleri yapanlar da dahil herkes bir gün mutlaka mutlu olacaktır. Bunun bir tek şartı vardır, o da inanarak ve karşılığını Allah’tan bekleyerek çalışmaktır


Yazarın Diğer Yazıları 

Nİçin Öğder Yada Öğder Türkiye İçin Bir Şanstır 
Mükerrer İhanetler

Çocuklarımız Yarış Atı Değildir


 
  Makaleler Sayfasına Geri Dön
Bugün Sitemize 13 ziyaretçi (22 klik) Geldi